Tarihe mâl olmuş bir bilmece geçmişten bugüne şöyle seslenir:
Ol nedir kim bir güzel esmer civân
Râhat-ı rûh u hayât-efzâ-yı cân
Anın için meyleyip erbâb-ı dil
Iyş u nûş eyler anınla her zaman
Tarihe mâl olmuş bir bilmece geçmişten bugüne şöyle seslenir:
Ol nedir kim bir güzel esmer civân
Râhat-ı rûh u hayât-efzâ-yı cân
Anın için meyleyip erbâb-ı dil
Iyş u nûş eyler anınla her zaman
Teknolojinin bir nimeti addedilen ve kısa bir geçmişe dayandığı düşünülen dondurma, sanılanın aksine binlerce yıl öncesinin antik medeniyetlerine kadar uzanır. Kökeni Çin, Roma veya Mısırlılara atfedilmesine rağmen iptidai manada dondurmanın soğuk hava depoları yapımında uzmanlaşmış Persler yapıldığı sanılmaktadır.
Persepolis’ten Roma Dondurmasına
Doğu medeniyeti yazılı değil sözlü geleneğe dayandığından toplum, kulağını ve dilini kullanmayı, dinleyip hafızaya nakşetmeyi esas kabul ediyor ve bunu yazıya tercih ediyordu. Bireysel değil kitlesel yaşam dolayısıyla da okuma ve yazmaya yani yazıya neredeyse ihtiyaç kalmıyordu.
Nitekim bunun bir yansıması olarak Türkler arasında yazı çok geç kullanılmaya başlandı. İslam öncesi Türk devletlerinde, devlet örgütünü ve sosyal hayatı tamamen sözlü kurallar organize etmekteydi.
Hattı Hümayın Sultan III. Osman'ın Kendi El Yazısıyla
Tarihî filmlerin tarihi sevdirerek öğrettiğine şüphe yok. Bu işte en ileri olan da bence İngilizlerdir. 1950’lerde parlak Hollywood prodüksiyonlarını da yabana atmamak lâzım. Biz maalesef bu hususta geriyiz. Geçenlerde çok konuşulan Muhteşem Yüzyıl dizisine de bu cihetten bakılacak olursa söylenecek bazı şeyler var.
Günlerdir hakkında o kadar konuşuldu ki seyredince bir bardak suda fırtına koparıldığı hissine kapılıyorsunuz. Ama menfi reaksiyon gösterenleri de mazur görmek lâzımdır. Senelerdir Osmanlılar hakkında öyle şeyler yazılıp çizildi ki, insanlar ister istemez endişeleniyor.
Tarih boyunca büyük devletlerin her zaman bir metropol kenti vardı. Buralarda her cinsten, ırktan ve dilden insan manzaraları karşımıza çıkar. Osmanlı Devleti için de söz konusu durum gerçerlidir. Nitekim en bariz bir şekilde on altıncı yüzyıl bütün Dünya’da “Türk Asrı” olarak bilinmiş ve diplomaside her zaman dikkatleri üzerine çekmiştir. Tabii olarak söylemek gerecek ki imparatorluğun başkenti olan İstanbul, çok uzun bir müddet dünyanın en kalabalık şehriydi. Nitekim bugün de İstanbul’un nüfusu Yunanistan, Küba, Portekiz, Belçika, Senegal gibi ülkelerden daha kalabalıktır.
Türk mutfağı, Fransız, Çin ve Meksika mutfağı ile birlikte dünyanın sayılı lezzetleri arasında yer alır. Ancak Türk mutfağını diğerleriyle kıyaslamak pek de doğru sayılmaz. Zira bu mutfak binlerce yıllık tekâmül ile zenginleşmiş, çeşitli milletlerle olan kültürel temasların ve asırlık tecrübelerin birikimi ile damak çatlatan kıvama ulaşmıştır.
Göçerlik Devrinin Türk Mutfağı
Tabiyat ve yaratılış itibariyle kadın ile erkek farklı alanlarda şüphesiz ki kendilerine has hususiyetlere sahiptir. Her iki tarafı ‘eşitlik’ kavramından yola çıkarak mukayeseye tâbi tutma ve birbirlerine üstünlük yükleme uğraşı fuzuli bir çabadır. Çünki kadın ile erkeğin, farklı sahalarda birbirinden üstün olduğu durumlar olabilir. Genel bir fikir olarak edebiyat ve şiir alanında her zaman erkekler ön planda olmuş, bir hakikat olarak şaheserlerin çoğu erkeklerin kaleminde dile gelmiştir. Fakat bizim şiir tarihimizde az da olsa bu durumun istisnaları göze çarpar. 16.
Osmanlı padişahlarından bazıları sahip olduğu meziyetler ile ön plana çıkarlar. Bilhassa silahşörlük alanında daha gençlik yıllarından itibaren iyi bir eğitim aldıkları bilinir. Fatih Sultan Mehmed’in Belgrad seferinde, yalın-kılıç düşman ordusunun içerisine daldığı ve pek çok askeri öldürdüğü tarihi kayıtlarda mevcuttur. Cem Sultan’ın gürz sallamada devrinin en önde gelenlerinden olduğu Cihannümâ isimli tarih kitabında geçiyor. Bu sultanlar arasında ihtişam ve kudretiyle ayrı bir yere sahip olan IV. Murad Han’ı unutmayalım.
Paris’in sembolü konumunda olan Eyfel, bütün ihtişamıyla her yıl milyonlarca turisti kendisine çeker. Bu âbidevi eserin yapılış tarihi 1889’lara rastlar. Bu yönüyle tam yüz yıl önce gerçekleşen Fransız İhtilali ile bir ilgilisi olduğu düşünülebilir. Evet doğrudur, ihtilalin yüzüncü yılını kutlamak amacıyla böyle bir projeye karar verilmiştir. Ve kule tamamlandığında 329m.lik boyu ile Paris üzerinde arz-ı endam etmeye başlamıştır.
Türk devletlerinde hükümdarların alameti olarak kullanılan tuğranın menşei Oğuz Han’a kadar dayandırılmaktadır. Kelimenin kökü ve manalarını şöyle zikredebiliriz:
1.Oğuz Han’ın isminin doğana benzeyen tuğrağ adlı bir kuşun kanatlarını açmış haline benzetilerek yazılmasından dolayı bu adı almıştır.
2.Uygur Türkçesindeki “tuğru” ( doğru) kelimesinden türemiş doğrulayıcı demektir.Fermanların sonunda bulunan “alâmet-i şerifeme i’timâd kılasız ” ibaresi buna işarettir.
Son yorumlar
9 years 1 hafta önce